17 Mayıs 2009 Pazar

denek hayatım

bu hafta 'haftalık enerji atımı partileri'nden biraz uzaklaşıp enerjimi başka şeylere yönlendireyim dedim. arkadaşlarla birbirimizi gaza getirip spora başlamaya karar verdik. okuldayken kendi kendime fitnessa giderdim ancak 'grup terapisi' tadındaki toplu seanslara katılmamıştım hiç. pazartesi günü 'bauch-beine-po' yani 'göbek-bacak-popo' isimli çalışmaya gittik, aman yarabbi! günde 1 saat bisiklet sürüyorum, asansör kullanmadan 3. kata merdivenle çkıyorum diye kendimi spor yapıyorum sayıyordum ama yapmıyormuşum meğer. spordan önce 'ısınmak' gerekli diyolar ya, ben hayatımda bu kadar ısınmamıştım. tempoyu tutturunca hakikaten kaslarınızın teker teker çalıştığını hissediyorsunuz. çalıştıran kız da- ki biz ona kendi aramızda taş diyoruz- hem hareketleri gösteriyor hem de konuşuyordu, acaba 3 ay sonra onun onda biri olabilir miyiz diye hayallere daldık. çalışmaya gelenlerin genelde zaten spor yapan genç kızlar olsa da, aralarda 70lık bir amca, teyzeler, bikaç da genç deliğanlu vardı ki amcanın çabası takdire şayan. mc hammer esintili hareketlerden, kung fu hareketlerine kadar her şeyi denedik. kollarımı iki yandan toplayarak getirip önümdeki havayı iterken kendimi bir an karete kid sanmadım değil. spordan sonra bir de tramwayı kaçırıp eve bisikletle dönmek durumunda kaldım ki, sanırım hata yaptığım nokta orası oldu. iki gün boyunca bacak ağrısından merdiven çıkamaz, karın ağrısından gülemez haldeydim; yine de perşembe 'body shape' çalışmasına gittik. step boardlarıyla ve ağırlıklarla benzer hareketleri tekrarladık, ben bacaklarımın bu kadar titrediği bir zamanı hatırlamıyorum. gazımız çabuk inmezse 3 aya 'fit'iz.

sonraki günler spor yapmış olmanın verdiği dayanılmaz hafiflikle kendimizi tatlıya verdik:




herkes de tabaklarımızın desenini öğrenmiş oldu böylece

cumartesi 'yabancılar meclisi' seçimlerinde oy toplamak amaçlı bir panayır vardı, darbukalı fransız-arap müzikleri eşliğinde türk yemeklerinin tadına vardık. yurtdışında olup da bu kadar çok türk yemeği yiyebiliyor olmama ben bile şaşırmaya başladım, daha geçen hafta türk gecesi vardı çünkü.


'bar geceleri'nden vazgeçtim demiştim ya, şaka lan şaka. cumartesi gecemiz yemekhanede topluca örovizyon izlemekle başladı. v. hadise'nin kesinlikle birinci olacağına inanıyor ama 'yeterince gurbetçi var onlar oy göndersin yeter' diyordu. bense pek bir chase crawford benzeri alexander rybak'a salyalar akıtır, şarkısını mırıldanır haldeydim. g. her zamanki gibi 'çıtır diye sevdin dii mi' diye benimle dalga geçiyordu, halbuki 86lıymış çocuk. netekim birinciliği de kaptı. çok güzel diye şişirdikleri hadisenin yerine barbie bebek 2., uzuun bacaklı dansedemeyen kız 3. oldu.


alexandercıım

chaseciim, evet baby face seviyorum


biz oylamaları beklemeden arkadaşın doğumgününe gittik, bir süredir yaptığımız gibi masanın yarısı ile hiç konuşmadık. bazı insanlar 'grup' olduklarına karar vermişler çünkü. bir grup pmsli kız olarak tatlı yemeye ihtiyacımız olduğuna karar verip gecenin 1'inde tatlı yemeğe gittik, muazzam 'apfel strudel' ve 'flammkuchen mit nutella'ları mideye indirdik.

apfel strudel

flammkuchen mit nutella

flammkuchen mit nutella bildiğimiz nutellalı ekmek olsa da apfel strudel tanışılması gereken bir lezzetmiş, keşfettiğime o kadar memnun oldu ki fotoğraflarını çekmeyi unutmuşum.

tatlı yiyince uyku bastırdı tabii, marstall'deki partiye gitmekten vazgeçip uslu uslu evimizin yolunu tuttuk. uslu bir kız olursak şirinleri görebileceğimiz gibi dönüş otobüsünde yakışıklı italyanlarla da tanışabiliyormuşuz meğer. sarhoş toplayan moonlinerda ayakta gitmeye çalışırken, g.nin yanında duran çocuk birden onunla almanca konuşmaya başladı, meğer kimya okuyormuş, g önceden çocuğun asistanlığını yapmış, kötü de bir not verdiği için pek yüzü olmasa da konuşmak durumunda kalmış. çocuğun aksansız bir almancası olduğu için ben alman sandım, pek yüz vermedim başta ama ''bir alman'a göre pek de konuşkan, allah allah'' diye de içimden geçirmedim değil. neyse muhabbet ingilizce'ye döndü, konuştuk ettik, çocuk inince g. 'italyan'dı çocuk, yazdı da, niye yüz vermedin?' diyince, ben de 'allah seni naapsın, insan baştan söyler, gitti güzelim italyan!!' diye azarladım. bilmeyenler için söyleyeyim, kızlar arasında italyan erkekleri diyince sular durur, en azından benim arkadaşlarım için böyle. neyse hayallerimi bir başka moonlinera erteledim, bakalım.

yediğim yemekler - yaktığım kaloriler anafikirli bir entarinin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız sevgili okur, yaktığım kalorilerin fazla olması dileğiyle, esen kalın.

3 Mayıs 2009 Pazar

Ohrwurm

yurtta geceleri uyuyamayınca ntv radyo'da klasik müzik programlarını dinlerdim ne olduğuna bakmaksızın, zamanla bir program kulağımda yer edindi, geceleri ona rastlama umuduyla açar oldum radyoyu: ortaçağ, rönesans ve barok müziğini tarihi olaylarla ilintilendiren troubadour. (troubadour ortaçağ avrupasındaki gezgin şairlere verilen admış) küçükken ansiklopedileri açıp sırayla mitoloji kahramanlarının tanımlarını okuyan ben, tabii ki çok sevmiştim mitoloji kokulu müzikleri. üstünden çok zaman geçti, iskender savaşır'ın blogu defteriske rastladım. ve kimbilir belki de; her hafta klasik müzik konserine giden sevgilimin, buradaki alman lisesi kültürüyle yetişmiş arkadaşlarımın, bale geçmişi olup 'sanat ' bilgisinin üzerine bolca basan g.nin yanında kendimi daha fazla ezik hissetmemek için defteriskteki ders notlarıyla kendimi eğitmeye karar verdim.

müziği ders olarak dinlemek onu prangaya dönüştürse de zamanla, bilmenin sınırı yok sanırım. 'bilen' olmaktan büyük bir zevk alan biri olarak, burada herkes moleküler biyolog olduğu için her hangi bir konuda her hangi bir şey biliyormuşum gibi hissetmiyorum uzun zamandır. o yüzden çok geç olmadan yeni şeyler öğrenmem, kendimi 'yaşlanıyorum eyvah!' duygusundan kurtarmam lazım. bazı şeylere çok geç kalmışım gibi hissetsem de, üniversiteden mezun olup da öğrenmeyi bırakmayı reddediyorum.

hem ortaçağ müziğiyle beraber ortaçağ tarihini öğrenmek gezdiğim onca kaleye, kiliseye bir anlam vermeme de yarar belki :)

ben küçükken hep ortaçağ fransa'sında prenses olmayı isterdim.
ha bir de elf.

Üstadım cevap verdi:

− Nasıl? diye sordu. Geceleyin dağa çıkmak isteyen olursa engel olan mı var? Yoksa çıkmak sadece mümkün değil mi?

Sevimli Sordello parmağı ile yere bir çizgi çizdi.

− Görüyor musun? dedi. Güneş battıktan sonra bu çizginin ötesine bile geçemezsin. Gecenin karanlığından başka engel yoktur dağa tırmanmak için. Karanlıklar çıkışı imkânsız hale getirmekle çıkmak arzusunu da yok eder.

lange nacht des shoppings

almanlar uyuzluğun dibine mağazaları 8'de kapatmakla vurmuş bir millet. kriz dolayısıyla yaşanan durgunluğu atmak için bugün lange nacht des shoppings etkinliği vardı: mağazalar 12'ye kadar açıktı, sokaklarda canlı müzik vardı, hava da güzel olunca insanlar bu gazla kendilerini dışarı atmışlardı.biz de sabah 8'de başlayıp pazar sabahı 6'da bitecek olan tramway yolu çalışması yüzünden evden kendimizi nasıl atacağımızı bilemedik, piknik yapmaya karar verdik. son dakikada tavuk, cevapcici (bulgar köftesi), sucuk alıp barbekü yaptık, yanına da kısır, mis. karnımızı doyurduktan sonra da kendimizi dans pistine attık :) destille'de shot bardağı koleksiyonumuza yenilerini ekleyip mohr'a gittik ki kendisi şu ana kadar heidelberg'te en eğlendiğim mekan. 4 kişi pısık bi vaziyette gittik, köşedeki masalardan birinde oturan iki kişinin yanına yanaştık. onlar da meğer 4 kişilermiş: 2 kız, 2 erkek. kim kimin sevgilisi bi türlü çözemedik, adamın birisi iki kıza birden kollarını atmış haldeydi, diğeri de aval aval bize bakıyodu. arkadaşlar gelip sayımız birden çoğalınca rahatsız oldular, biz dans etmeye başlayınca kızlar kıskandı pis pis bakmaya başladılar bi, en sonunda da dayanamayıp gittiler. bizim aramızdaki yorumlar:

- ama kimseye sarkmadık şimdi gerek yoktu kıskanmaya
- hakkaten usturuplu oturduk, aman alman işte mal

neyse masayı ele geçirince, basık tavan, yogunlasmıs nefes ve ter arasında dans ettik bolca. bu arada g.gözüne birini kestirdi, hoş moş derken adam başka bi kızla konuşmaya başladı, e tehlikesiz normal konuşuyolar abi dedik, demez olaydık: kız içtikçe yanındaki öbür çocuk da yazmaya başladı, kız da gayet memnun halinden bi ona bi öbürüne derken... bunların üçü beraber ayrıldılar bardan, bize de 'oha kız ikisini birden götürdü valla' demek kaldı.

arada almanların dans edemeyişlerini taklit ettik, 40 yaşına gelmiş hala bardan adam kaldırmaya çalışan teyzelerle dalga geçtik, ama teyze hakkaten amacına ulaştı, çantasını aldı çıktı yanında adamla. üst üste aptal alman şarkıları çalmaya başlayınca biz de evimize döndük. sonunda kısık sesim ve baş ağrımla kaldığım, iç sıkıntımı biraz atabildiğim bi geceydi, iyi ki yapmışız.


üstüne çıktığımız koltuklarıyla mohr