30 Nisan 2009 Perşembe

he walks away, the sun goes down

küçük kızlar olarak biz; sevmeyi sevilmemek, acı çekmek, onun yüzünden şehirler değiştirmek ama içimizdeki ondan kurtulamamak sanmışız hep. midemizde yumruklarla dolaşmış, kelebekler uçuyor sanmışız. oysa ne huzurluymuş o yumruklardan kurtulmak! sevmenin de şekli değişiyormuş sevilince.

şimdi ben, tam da durmak istediğim yerdeyim.

28 Nisan 2009 Salı

totally pointless

woody allen'in vicky, christina, barcelona'sındaki gibi alengirli işler dönmese de içinde, enstitümüzün bir karanlık odası var. kendisi fotoğraf değil western blotların fimlerini tab etmek için kullanılıyor ancak çalışma mantığı aynı. uzay filmlerindeki çakma ışınlanmalar gibi dönen bir kapıyla giriliyor içeri, içiçe geçmiş iki silindirin açık olan kısmına adım atınca, içteki silindir dönüyor ve hoop insan kendini birden karanlık odanın içinde buluyor. gün ışığından kırmızı ışıklarla zar zor aydınlanan karanlık odaya girince insan geçiçi bir körlük yaşıyor, kimyasal kokusu burnunuza çarpıyor birden. ben genelde gözlerimin çipil çipil olması geçinceye kadar bekledikten sonra filmi film kasetinin içine koyup beklemeye başlıyorum. (biyolojik sinyalin filme geçmesi için belirli bir süre gerekiyor) filmi tab etmek için özel bir makine mevcut odada, sağolsun bu sayede oda cehennem sıcağına dönüyor, iş bu makine bir filmi 2 dakika 40 saniyede tab ediyor. 2 dakika 40 saniye o kadar uzun bir süre ki! bir yandan bir haftadır yaptığım şeyin sonucu ne olacak stresi, bir yandan karanlık, sıcak ve koku; bu süreyi saçma şeyler yaparak geçirmeme sebep oluyor. mesela 50 kere sağ bacağımı 50 kere sol bacağımı kaldırıp indirmek, dans için ısınma hareketlerini tekrarlamak, ve hatta kendi kendime şarkı söyleyip oynamak! geçen gün kendi kendime harmandalı oynamaya kalktım, tamamen anlamsız. bazen düşünüyorum biri gelse beni öyle görse, karanlıktan yararlanıp sıvışabilir miyim yoksa anında enstitüye mi yayılır ünüm?

bu karanlık odanın bir fotosunu koymak isterdim ancak malumunuz oda karanlık.

20 Nisan 2009 Pazartesi

i'm too old for this s...tuff!

soz zamanlarda hızlı yaşıyorum ki yazmaya ya da düşünmeye hiç vakit bulamıyorum. bu zaman süresince mastera başvurdum, birden sınav yapalım diyip bana sınavdan önceki gün haber verdiler. sebepleriyse 'sınav çok genel(=kazık) nasıl olsa çalışamazsın'dı. aynı gece heidelberg yönetimi tramvay yolunu düzeltmeye 2. katta bulunan evimize telleri çakarak devam etmeye karar verdi. sınav korkusuyla gre subject çözerken birden pencere hizasında bir adam görmemle mosmor olmam bir oldu. uykusuz bir şekilde tek başıma, gözetmensiz sınava girip saçma soruları cevapladım, 'telefonum yanımda olsaydı kopya çekerdim, bu ne biçim sınav' diyip durdum. öğlen yapılan konferansta bir güzel uyudum. aynı gün ev arkadaşım paskalya tatili için italya'ya gitti, çok kıskandım, ben de kendimi kuzenimin yanına düsseldorf'a attım, yengem sayesinde aile saadeti yaşayıp psı haliveleri götürdük. ondan bir hafta önce schönes wochenende sebebiyle sabah 7:30 gece 1:00 arası trenlerde süründük, artık bunun için yaşlandığımıza karar verdik. (he said s... stuff! i'm too old for this stuff) rothenburg maceramızda amerikalı askerlere rastladık, g.nin ağzının suyu aktı, ben 'adamları peşimize takma' diye kızdım, rothenburg küçük yer olduğu için sürekli karşılaşıp laf atmaktan geri kalamadık ama. bütün gün yürüdük, dönüşte yanlış trene binip bir saat gecikmeli döndük. allahtan trendeki kontrolör amca türk'tü de nerede inip tekrar doğru trene bineriz anlattı. g. kontrolörün navigasyon cihazına gitmek istediğimiz yerin bilgilerini girerken 'aman tanrım ilk defa bir kontrolcünün şeyini elliyorum, çok heyecanlııı' diyip durunca kaşlarımı kaldırıp anne bakışı atmaktan kendimi alamadım, g. de sonradan bolca taklidimi yaptı. allahtan adam alamancıydı da bir şey anlamadı, rezil olmaktan kurtulduk.

rothenburg ob der tauber

son zamanlarda güzel giden havalar yağmura dönüp bu haftasonundaki piknik planlarımızı iptal ettirince evde toplanmaya karar verdik. süpper yemek yapan bir ustanın çırağı olarak iftaharla söylemeliyim ki 'neredeyse mükemmel' yemekler yapmışız. 'neredeyse' çünkü:çıtayı yüksek tutmak gerekiyormuş, rehavete kapılmamalıymışız. insanlar evden ayrılırken ceplerine kurabiye doldurup gittikleri için on numarayı kaptık sayıyorum :) geceyi tabu'da bağırmaktan kısılmış sesimle, yere dökülen birayı temizlemeye uğraşmak ve kalan bulaşıkları yıkamakla geçiştirdik sanırken, yatağımı yapmak için kanepeyi açınca ne göreyim: birisi müstakbel yatağım olan kanepeye şarap dökmüş! lekeyi temizler gibi yapıp sabahın dördünde anca yattığımda kafamda tabu kelimeleri, insanların çingenliği, bağrışlar çağrışlar uçuşuyordu.

gecenin başı
gecenin sonubirisi kanepeye şarap dökmüş!

ama tabii ki bunla bitmedi! sabah kahvaltı yaparken bilimum içki lekeleriyle dolu örtüleri yıkayalım diyip çamaşır makinesini ocak ve fırın çalışırken çalıştırınca sigortalar attı! sigorta şaltersiz eski tip sigortalardan olduğu ve tel sarıp çalıştırmayı bi yerimiz yemediği için mutfak ve banyomuz karanlık. special thanks to pazar günü heer tarafın kapalı olduğu almanya. buzdolabındaki her şeyi labın dolabına taşıdık, bu arada bir pazar günü hoca labda olduğu ve bizi görmüş bulunduğu için çalışmak durumunda kaldık. iş bu entariyi kombisi çalışmayan, banyo yapılamayan, yemek pişirilemeyen, buzdolabı boş evimden yazıyorum. allahtan biraz kurabiyemiz kalmış.

Dr. over


almanların garip adetlerinden biri de yukarıda gördüğünüz üzere doktoradan mezun olan kişiyi bir vagona koyup gezdirmek. lab arkadaşları bir haftadır vagonu süsleyip şapkayı yapmakla uğaşıyorlardı, sabine doktora sınavını verince de hep beraber kutladık. vagonu itense hocanın ta kendisi!

hail free food!