30 Kasım 2008 Pazar

wakin up in cascade dreams


rüyamda yine Heidelberg'i gördüm bu gece. bu sefer mülakat için gitmişim, küçük bir odada eski supervisorım ve saçları yapılı 'klasik öğretmen tipli' yaşlı bir kadınla konuşuyoruz. mülakat nedense ayakta, onlar bir bankonun arkasında oturuyorlar ben önlerinde ayakta duruyorum. supervisorım şaşırtıcı bir şekilde cadılık yapmıyor bu sefer, yardımcı olmaya çalışıyor. şimdiki projemi anlatıyorum onlara ama yaşlı kadın inatla eski projeyle ilgili sorular sorup beni sıkıştırıyor. biraz uğraştıktan sonra da olsa bütün sorulara cevap veriyorum, arada anlamadığım soruları tekrarlattırdıkça kadının suratı asılıyor. (hatta RNA interferencemış bi sorunun cevabı) mülakat bittikten sonra yaşlı kadınla başbaşa kalıyoruz, 10 puan kırmış benden! 'neden?' diye soruyorum, 'zor cevap verdin' diyor. seçilme şansımı sorduğumda 'zor' diyor, benden başka (nedense?) Konya'dan gelen bi Türk daha varmış. kadına yalvarıyorum alsınlar diye, nedense seviyor kadın beni, 'çalışırım' diyor ama o aldığım puanla zor. yalvarıyorum, yalvarıyorum, ağlamaya başlıyorum...

ve uyanıyorum. kendimi berbat hissederek.

bu rüyanın bir de İngilizce geçtiğini düşünürseniz anlarsınız sanırım Heidelberg'in bende ne büyük bir takıntı haline geldiğini.

29 Kasım 2008 Cumartesi

such nostalgia!


mazi üzerimize sinen bir leke olabiliyormuş bazen.

aslında günlerdir kafamda dönen sahip olduğum ilk çantanın fotoğrafıydı. pembe, üzerinde barbi resmi olan bir çocuk çantası işte. ne kadar özlemişim! kuzenimde görüp beğendiğim için teyzemler almıştı. kaç gündür keşke bir fotoğrafı olsaydı diyip için için anneme kızıyordum kimbilir nerelere attı çantayı diye. sonra hafızam çantadan kuzenimin ingiltere'den gelen barbi bebeklerine atlıyordu,(onları sakladığını ama plastiğin 15 sene içinde toxic olduğunu da eklemeden edemiyor şimdiki aklım) oradan çocukluğumuzun geçtiği bahçeye, tulumbaya, salıncağa. ve çeşit çeşit bebeklik kıyafetime. eşyaların hafızaları bizimkinden güçlüymüş meğer.

ne kadar mutlu olmuştum büfede 'sulugöz' ve 'şıpsevdi' bulunca geçen gün. alabildiğimiz kadar alıp büfedeki amcayı güldürmüştük. sonra bugün, sırf çocukken çok severdim diye 'negro' aldım. ne nostalji!

ben henüz tek sayılı yıllarımı özlerken, benden üç yaş küçük olan oda arkadaşım ayrılıktan dert yandı bugün. aşk acısı çeken değil, öğüt veren olmuşum farkında değilim. onun geçmekte olduğu yollardan geçmiş, geleceğini bile görebilirmişim.

ama ah işte, arada kutudan çıkan bir çift küpe, bir de o kalem olmasa.

---
bir müzem olsa, çocukluğumu derler toparlardım ben de. gidenin arkasında bıraktığı boşluğun büyüklüğünü yıllar sonra farkettiğime yanmadan, gözlerinin mavinin hangi tonu olduğunu hatırlardım belki.

2 Kasım 2008 Pazar

14 yaş, 20 yaş, 25 yaş. fark ediyor mu?

ece temelkuran şöyle bir şey yazmış bugün:

14 yaş
Yazamadığım tek bir konu var. Daha önce de söylemiştim bunu. Çocuklara cinsel istismar meselesini yazamıyorum. İçim almıyor.
Mayından bacağı kopmuş çocuk gördüm, cezaevi operasyonlarında bütün vücudu yanmış, kömür olmuş adam gördüm, beynine gaz bombası saplanmış çocuğun otopsisini izledim, ölüm orucundan sonra Wernicke Korsakoff hastalığıyla çocuklaşmış kadınlar gördüm... Daha bir araba berbat şey gördüm. Ama dayanamadığım bir tek şey var, o da bu.
O yüzden anlamıyorum bütün Türkiye’nin hep birlikte bu Hüseyin Üzmez pisliği içinde eşelenip durmasını. Nasıl bir eşelenmek, sürtünmek, sürünmek, siftinmektir bu, anlamıyorum. Ne mide varmış bu ülkede! Helal olsun.

Şaşırmam!
Daha önce kızının kafasını traktörün altında ezerek öldüren bir anne görmüştüm, namus cinayetiydi. Dolayısıyla bir annenin kız çocuğunu aşağılık bir herifin eline ‘ellesin’ diye vermesine şaşırmam. Anneler kızlarına çok acayip şeyler yapabilirler.
Daha önce çocuklara tecavüz edip sonra da o çocuk-gelinleri ‘Allah’ın emri, peygamberin kavliyle’ koluna takıp gururla gezen berbat adamlar gördüm. O çocukların üzerine abanmaktan yağlı yağlı mutludurlar. Bir adamın Müslüman olması, olmaması hiçbir fark yaratmaz adamda. Yüzüne kusulmayacak adamlar, Müslüman adamlar gördüm. O adamların yapacaklarına da şaşırmam.

Helal olsun ama
Dinci basının ne aşağılık şeyler yazabileceğini gördüm. ‘Bu Ergenekon’un işidir’ diye çocuk tecavüzünü savunmalarına şaşırmam. Başını örtmeyen benim gibi kadınlara tecavüz etmeyi mübah sayabileceklerini çok iyi bilirim. Benim gibilerin gövdeleri onlara ‘Dar-ül Harp’. Nereden biliyorum? Mail atarak bildiriyorlar çünkü. Onların yapabileceklerine de şaşırmam.
Laik basın tarafından bazı gazetelerin Hüseyin Üzmez olayıyla ilgili ‘Kart zampara!’ başlığını atmasına da şaşırmam. Bir çocuğa edilen tecavüzü böyle ‘komikleştirmelerine’ şaşırmam, erkek ideolojisi laiklik filan dinlemez çünkü.
Ama bütün bu olayda şuna şaşırırım. AKP’li kadın vekillerin bu işe tepki vermesine. Helal olsun! Hakikaten helal olsun. Ama şu meseleleri bir açıklığa kavuşturalım sevgili kadın arkadaşlar. Tüm samimiyetimle soruyorum bunları:

Tepelerdeki cevaplar
Erkek vekil arkadaşlarınıza sorunuz:
14 yaşındaki kız çocuğu ile bir yetişkin adamın cinsel ilişki yaşaması meşru mudur? Kızın ailesi veya kendisiyle yapılan herhangi bir dini veya hukuki akit bunu meşru kılar mı?
14 yaşındaki bir kız çocuğunun cinsel ilişkiye gösterdiği rıza, rıza sayılır mı?

14’ünde evlenmek
14 yaşında evlenmek o kız çocuğuyla girilen cinsel ilişkiyi tecavüz olmaktan hakikaten çıkarır mı?
Bu soruların cevapları Ankara’nın hangi yüksek rakımlı tepesinde? Ya da tepelerinde?
Sorun bakalım sevgili AKP’li kadın arkadaşlar erkek vekil arkadaşlarınıza. Şöyle sorun:
Kaçınız 14, 15, 16 yaşında kız çocuklarını alıp, evlenip başlarını kapattı? Kaçınız bu kız çocuklarını okullarından ayırıp eğitim hakkından mahrum etti? Şimdi kaçınız ‘kadınların eğitim hakkı’ diye ‘özgürlük papağanlığı’ yapmayı hayal ediyordu bu kız çocuklarını okulsuz bırakırken?

Zihniyetin ortası
AKP’li kadınları Hüseyin Üzmez olayına gösterdikleri hassasiyetten dolayı kutluyor ve destekliyorum. Ama bir gün bu sorulara dürüst cevap vermelerini ve nasıl kadın düşmanı bir zihniyetin ortasında yer aldıklarını anlamalarını da diliyorum.

---

ben midemi bulandıran bu konuya girmeden, hatta evlilik yaşının 15'e indirilmesinden bile bahsetmeden benzer bir şeye geçmek istiyorum. bu milletin cinsel bastırılmışlığı ve alakasız görünse bile gençlik dönemini çoktan geçmiş adamların 20'li yaşlardaki genç kız takıntısı. (gerçi anlıyoruz ki 10'lu yaşlara da inecekler yüzleri olsa)

pamela'nın istanbul şarkısında geçer:

hep seni sevmiştim diyen, 30 yaş üstü adamlar

işte tam da bu adamlar benim midemi bulandıran cinsten. belli bir yaşa gelip belli birikimler elde edinceye kadar düzgün ilişkiler yaşamaktan kaçan, bağlanmayan, onları sevip bağlanan kadınları iten ve üzen, sonra 35'ine gelince birden evlenmeye karar verip 'eline erkek eli değmemiş' kız arayan. kendinden en az 10 yaş küçük olması şartıyla tabii! 'yemezler!' demek istiyorum ama mutlu mesut yiyen kızlarımız oluyor, yoksa adamlarda ne cesaret o göbeğiyle, kelleşmiş kafasıyla, feri sönmüş gözleriyle sana yaklaşacak. 'ama sevgi kutsaldır' demeye kalkanlar olacak, 'hı tabii sevgi ya' diyip geçicem ben de. sadece sevgi değil mi sizi gençlik aşkınızdan ayıran? hiç aklınızdan geçmedi yani 'bu adam çulsuz, ben böyle bir hayat istemiyorum' sesleri? sonra ister 35 ister 40-50 olsun arabası, evi, size pahalı giysiler vaat eden bir mesleği olan birine yamanın aman yaşınız geçmeden. nerede kaldı zorlukları birlikte aşmak, aşılan her zorlukta daha da bağlanmak, daha çok sevmek? kadınlar rahat bir geleceğe, erkeklerse istedikleri gibi hegemonyalarını kurabilecekleri, 'karı dırdırı' işitmeyecekleri bir evliliğe sattılar gitti tüm değerleri.

'alan razı satan razı sana ne?' aslında ama işin gerçeği öyle değil. bu kadıncıklar ve adamcıkların sayısı öyle bir arttı ki etrafta düzgün insan bulmak imkansız hale geldi. ve bu yaşanılan şey çok normalmiş gibi herkes tarafından takdir görmeye, örnek gösterilmeye başlandı. neymiş zaten kadın erken çökermiş, erkek biraz büyük olmalıymış. siz başınızda her sözünü illa dinleten, ikiniz de eve yorgun argın geldiğinizde siz mutfağa geçerken maç izleyen adamlarla oldukça tabi erken çökersiniz.

aklıma geldikçe öfkeleniyor, öfkelendikçe konuyu dağıtıyorum ama bütün bunların ardında yatan neden en başta kadının insan olarak bazı haklara sahip olamaması bu toplumda. hayır çocuk doğuran, evi temizleyen kadından bahsetmiyorum ben. çalışan kadından bahsediyorum. istediği kadar eğitim görmüş, modern geçinen bir erkek olsun şunu söyleyin hadi:
'işim dolayısıyla yurt dışına gitmem gerek bir süreliğine, sen de gelir misin?' ya da 'ben yurtdışında olacağım sürede oturur beni bekler misin?'.
bunları kabul edecek kadar egosunu tatmin etmiş, böyle şeylerden geçmiş erkek nerede var? ama erkek askere gittiğinde tıpış tıpış bekleyen, ya da onun çalıştığı şehre taşınan kadın olur hep. doğru bu ülkede kadının erkekten daha iyi bir işi olması da yasak!

geçmişte ve ileride böyle adamlar yüzünden kendi isteklerinden feragat etmiş, edecek olan her kadın yüzünden kızgınım işte. böyle insanlar çoğaldıkça köşeye sıkışan, yalnızlaşan, kendini anlatamayan, başkalarının doğrularıyla yaşamaya mahkum olan. hep dengeyi bulmak zorunda olan kadınlar yüzünden kırgınım.

o yüzden azıcık kendinize, emeklerinize saygınız varsa o kadıncıklardan olmayın, öyle adamcıklarla olmayın. hadi oldunuz öyle çocuklar doğurmayın bari.