kokuların ve müziğin hafızası varsa, mekanların da var. daha önce buradaydım, hatırlıyorum. koşuşturmaca içinde hafızamdan silmişim ama buradaydım, evet. bu sefer portekiz'e gitmek için.
yine bol otobüs-uçak-servis aktarmalı bir yolculuk, yeni bir macera. batıya doğru giderken beni en çok büyüleyen şey ışığa doğru uçmak. arkada hava yavaş yavaş kararırken önünüzün bol güneşli olması. sonra yine ışıl ışıl bir şehre konmak. okyanus kıyısına gelmişiz bu sefer, uçak alçalırken altta sadece denizi görünce, 'acaba bir ada üzerinde mi pist' diye düşünüyorum. serin-sıcak, bol rüzgarlı ve dilini hiç bilmediğim bir ülkedeyim. almanya'dan en az 10 derece sıcak olur demişlerdi bana, belli ki gelirken yağmuru da getirmişim, ertesi sabah sağanak yağmura uyanıp, lizbon'a gitme planlarımızı erteliyoruz. onun yerine yağmur durunca faro'yu gezmeye çıkıyoruz. mersin'e benziyor faro, sıvası yer yer dökülmüş beyaz boyalı evleriyle akdeniz şehri olduğunu belli ediyor. huzurlu da belli ki. boylu boyunca okyanusa kıyısı var ama o kıyı, tren raylarıyla döşenmiş. belki de okyanusun öfkesi farklıdır denizinkinden, içerilere kaçmış evler. sahil şeridi olmasa da benziyor işte, kanım ısınıyor hemen.
hava sıcak dediler ya bana, yazlık elbiselerimi topladım koydum.ertesi gün lizbon'a giderken üstümde bi eşofman bi hırka vardı. gittik lizbon'a, şakır şakır yağmur yine, soğuk da cabası. üzerimizdekilerle dayanamayız diye attık kendimizi alışveriş merkezine, uzun kollu bişeyler aldık. saat 2 olmuş bu arada, saatlerdir tren yolculuğu yapmışız, ama benim kuzenimle arkadaşı, akılları pek basmadığından ne hostel ayarlamışlar, ne de ne neredir bilgileri var. kendi kendime kızdım bütün gün, ne demeye güvenip geldiysem diye. neyse bi yerlerden harita aldık, taksi tutup şehir merkezine gittik. (lizbon'a giden olursa merkez istasyonun olduğu yer oriente, şehir merkezine metro var) bunların akıllarına göre merkeze yakın bi yerde hostel bulabiliriz, ama tabii ki yok öyle bişey, amaçsızca dolanıyoruz. karşıdan gelen 2 turist görünce dayanamayıp atladım ben, nerede kaldıklarını sordum. alman çıktılar gençler, hayatımda alman gördüğüme ilk defa sevindim. neyse hostel bulamazsak bunların dediğine gidelim diye haritayı açmış yolun kenarında dururken bi amca geldi, 'yardıma ihtiyacınız var mı?' diye. türkiye'de efes'e ve kapadokya'ya gitmiş, çok sevmiş. bu amca bizi metroya kadar götürdü, hostele gitmek için hangi durakta ineceğimizi söyledi, bizim için 2 günlük metro kartlarından aldı, valla duamızı da aldı. neyse, intendente durağındaki next hostele gittik, not alınsın. lizbon'un 4 metro hattı var, renk kodlarıyla ayrılmış, gayet başarılıydı. kalan günlerde o hattan bu hatta aktarma yapıp her yeri karış karış gezdik. ha ben lizbon'u okyanus kıyısında sanıyordum, ancak geniiş bir nehrin kenarındaymış. istanbul'a benzetiyorlar lizbon'u, karmaşası, merkez dışındaki kenar mahalle olgusu aynı ama istanbul kesinlikle daha güzel. gezerken, öğrencilik işte, bütün gün önceden yaptığımız sandviçler ve zor durumlarda mc donalds ile beslendik. öyle ki bi daha sandviç görürsem kusabilirim. ikinci günümüz de günde 12 saat yürüyerek, gün sonunda ayaklarımızın ağrısından ve tuvalet ihtiyacından ölerek geçti. oceanario'ya gittik, teleferiğe bindik, belem kalesine, şehir merkezine vs hepsine gittik:) hostel desen, işte ancak yatıp uyursun.
ertesi gün başka bir tren yolculuğuyla sintra'ya gittik. kesinlikle gidilmesi gerekilen bi yer, yeşil, tarihle dolu, güzel. endülüs'ten kalan bir kalesi ve surları var, sembolize yeşil üzeri arapça yazılı bir bayrak bile dikmişler surlara. ve tabii ki soğuk ve rüzgarlı. dünyanın tepesinde hissederken kendinizi, bir yandan aşağıya düşmemeye çalıştığınızı düşünün, öyle rüzgarlı. dönüş trenine zamanımız var deyip şehre bir patikadan ulaşmaya çalışıyoruz, elde yine harita. kuzenim durmadan fotoğraf çekiyor, biz onu kaybetmeden gitme telaşındayız. ona seslenirken bir çift türk kafayı çeviriyor, şaşırmışlar belli ki küçük bir kasabada sırtlarında çanta ellerinde haritayla gezen kızlara. ben de onlara şaşırıyorum açıkçası, emekli olunca gezildiğine inanmayın, o kale emekli olunca çıkılabilecek bir yer değil kesinlikle.
faro'ya dönüş yolu lizbon aktarmalı 6 saat yaklaşık. ertesi günse dönüş uçağım var. ben dönerken hava açık, gökyüzü pırıl pırıl, havalar ısınacakmış tekrar. frankfurt gene yağmurlu...
uçaklarda, trenlerde uyunan, deliler gibi yürüdüğüm bir yolculuğun daha sonu. ben yine doyamıyorum, nasıl olsa günlük koşuşturmacaların içine girip tatili unutmanın süresi en fazla 3 gün. yine de dönüp dolaşıp eve gelmenin tadı bir başka.