28 Haziran 2009 Pazar

we needed a lot of talent to grow old and not become adult


michael jackson benim için black or white demekti, çocuk aklımın hatırladığı ilk klip, 6 yaşındaymışım yayınlandığında. değişen yüzlere 'off ne acayip yaa' diye bakakalmak, çakma özgürlük anıtı üzerinde dans eden michael, babasını uzaya yollayan çocuk... her ne kadar billie jean, smooth criminal, bad şarkılarını sonradan sevsem de bir 'jackson kuşağı' değilim, ölümüne üzülüşümün nedeni de onsuz hayatımın eksik kalacak olması değil. (tamam, konserine gidip onu canlı dinleme şansını kaybettim orası doğru) feysbukta videolarını postalayanların da hayatları eksilmemiştir eminim, sadece yıllardır onu unuttukları için biraz suçlu hissediyorlardır. michael jackson'lı yıllar gençlik dönemine gelenler biraz üzüldüysek o da bu kayıpla hayatımızı saran nostalji yüzündendir, hafızamız biraz daha silindiğinden, anılarımız biraz daha eksildiğindendir. belki de en koyanı, kaç yıl geçmiş, kaç yaş yaşlanmışız fark etmediğimizin farkına varmamızdan, henüz yaşlanmaktan korkuyor olmamızdandır.

bir de söylemeden geçemeyeceğim, bütün çılgın akımlardan uzakta, ne elvis ne michael ne beatles'ın patladığı çağda yetişmemiş çocuklar olarak, aslında kendimizi bir şeye adamayı öğrenmeden büyümüşüz. sadece apolitik değil, tutkuyla bağlanamayan kayıtsız insanlarız.

ille de nostalji yapıcam diyenler benim için george michael'dan careless whisper dinlesin bu gece.

22 Haziran 2009 Pazartesi

mon doux mon tendre mon merveilleux amour


ilk yaz akşamlarının kendine has bir kokusu var. mersin'de sahilde yürüyüşten dönerken ya da heidelberg'te labdan çıkmış eve giderken aynı koku bana yaşadığımı hissettiren: yasemin/ iğde/ akşamsefası reyhası. belki de bu yüzden küçük şehirlerde yaşamayı seviyorum; hava güzelse yürüyebildiğim, çimlere yayılabildiğim, biraz 'su' görebildiğim, çiçek kokusunu içime çekip 'şanslıyım' diyebildiğim şehirleri seviyorum. haftasonu toplanıp mangal yapmayı, sokaklara yayılmış kafelerde çene çalmayı... ama illa da yasemin kokusunu.

---

döndürüp dolaştırıp 'yalnızlardanım/ güneşim/ la chanson des vieux amants ' dinleyip duruyorum. sıra
oh, mon amour
mon doux mon tendre mon merveilleux amour
de l'aube claire jusqu'à la fin du jour
je t'aime encore, tu sais, je t'aime 'ye geldiğinde çok ağlıyorum.


all rights reserved to me


16 Haziran 2009 Salı

you don't owe nothing to me, but to walk away

ruh halim bu kadar değişken, kafam bu kadar dağınıkken ne yazsam bilemiyorum. 3 ay sonunda epey bunalmış bir halde tatile gittim türkiye'ye, herkesi çok özlemiş olarak, herkesin gözlerinin içine tek tek bakıp bir 3 ay daha yetecek anı toparlamaya gittim. ancak hesaba katmadığım bir şey vardı, ben gidince insanlar da benden gitmişti. güya en yakın arkadaşlarımdan biri, ben almanya'dayken bir kere 'nasılsın?' demek şöyle dursun, evine gittiğimde odasının kapısını açıp 'hoşgeldin' bile demedi. ikili ilişkilerde hatayı hep kendimde ararım ama göz göre göre de kendimi suçlayamayacaktım bu sefer. yine de ben burada herkesten uzaktayken nasıl olduğumu bilmeyenler yanlarında olmamakla suçladılar beni. düşündüm, hala da düşünüyorum; uğrunda savaş vermeye değerler mi, yoksa ben de dedikleri gibi bundan sonra kendi yoluma mı bakmalıyım?

özleyerek gitmiştim türkiye'ye, belki dönmeye karar veririm diye gitmiştim, anladım ki dönmem için hiç bir sebep kalmamış. heidelberg'te mastera kabul aldım, sevinemedim bile.

halbuki ben insanların hayatınızdan gidebileceğini; ailelerin, eşlerin, sevgililerin, arkadaşların kendilerine farklı hayatlar kurabileceğini kabullenmiş, hoşgörmeye bile başlamıştım. düzenler yıkılabilir, yeni düzenler kurulabilirdi bana göre. yeter ki insan kendine ihanet etmesindi. bir yanım düzene alışmak, bağlanmak isterdi de öbür yanım o düzenleri bozardı, bir yere alışmaya başlayınca anlardım ki gitme vakti gelmiş. belki de insanlar eninde sonunda gidecekler diye kendi ellerimle koparırdım tüm bağları. yine de bu sefer içime oturdu bir şey. belki bu gidişin kolay kolay dönüşü olmadığını bildiğimden, belki bu sefer gitmek değil de kalmak istediğimden. en çok da insanlara verdiğim emeğe acıdığımdan, emeklerimi bu kadar kolay çöpe atmak istemediğimden.

düzen bozup yeniden kurmak kişisel tarihimi silmek demek biraz da. yeni bir yer, yeni arkadaşlar, yeni bir ben. ancak sile sile hafızamı da kaybettim sanki. eskiden nasıl olduğumu, hayatın nasıl olduğunu konuşacak kimsem yok. hatırlatacak kimsem yok. bu da beni köksüz bir ağaç yapıyor. şimdilik iki sene daha heidelberg'teyim, ondan sonra biliyorum ki yine gideceğim. ancak kendimi yeniden anlatıp, yeni bir düzen kuracak gücüm olur mu bilmiyorum.

---
mayıs başı odtü'de şenlik zamanıdır. biz de evde oturup yeni türkü'den 'dönmek' dinleyip ağladık bu mayıs.

all rights reserved to me

8 Haziran 2009 Pazartesi