5 Temmuz 2009 Pazar

the tender war


dün enstitüde 'get together' vardı. önce ben dahil herkes sunum yaptı projeleriyle ilgili, sonra gelsin barbekü. epi topu 1 slidedan ibaretti sunumum ama o kadarcık şey için bile panik yapmayı başardım. sunumdan sonra bi grubun post doc.u geldi 'bunu bizim proteinlere de yapabilir miyiz' diye sordu, anladım ki ilgilerini çekebilmişim.

barbekü sırasında başarılı bir kadın hocayla sohbet etme fırsatımız oldu, ki kendisine nobel alabilir gözüyle bakıyorlar, doktorası sırasında 2 first author makale yayınlamış bir de bebek sahibi olmuş. doktora sırasında çocuk sahibi olmanın başına gelen en iyi şey olduğunu söyledi bir de: daha disiplinli ve düzenliymiş artık! bizim hocaya sorarsan da (2. çocuklarını bekliyorlar) kesinlikle doktorada çocuk sahibi olunmamalı. herkesin kendine belirlediği bir yol var ama f. ile konuşmak benim açımdan iyi oldu, uzunca bir süredir kariyer- aile- çocuk beraber yürür mü, yürürse ne kadar yürür merak içindeydim, canlı bir örnek görmüş oldum. daha aile- çocuk ne kafanı karıştırıyor diyebilirsiniz ancak kariyer planlamasını özel hayat planlamasından bağımsız yapmak imkansız. almanya'ya gelerek düzenli bir ilişki yaşayamayacağımı kabullenmiş oldum. master yaparım, sonra doktora yaparım; doktorayı da artık almanya'da yapmam ingiltere'ye falan giderim, sonra post-doc.a da amerika'ya belki diyorum ancak bu kadar seneyi de yalnız başıma geçirmek istemiyorum sanırım. bu yüzden kariyer planım şöyle: masterdan sonra evlenirim, doktoranın sonuna doğru ilk çocuk, ilk post doc.tan sonra 2. çocuk :) ortada fol yok yumurta yok halbuki.

bütün bunların arkasındaki hissiyat nedir diyenler için de murathan mungan konuşsun:

bir gün bir eski sevgilimle konuşuyorduk. "en çok neyimi özledin?" dedim, neredeyse hiç düşünmeden "göğsünde uyumayı" dedi, "bir daha kimsenin göğsünde seninle olduğu gibi uyuyamadım..." aslında doğal olanı bu: kendini kaptırmak. kendini kaptırmamak, sonradan öğrendiğimiz bir deneyim bilgisi. ne yazık ki yaş ilerledikçe, deneyim bilgisi, iç bilgilerin önüne geçmeye başlıyor. daha kontrollü, daha denetimli oluyorsun, kalbini esirgemeye başlıyorsun. bu tabii hazin bir şey. aşk, öğrenilmeye başlıyor... şimdi karşıma çıkacak biriyle mesela yaşayacağım aşk, farklı olacaktır. ben kıymet bilecek yaşa geldim. sadece hayatıma alacağım sevgilinin değil, dostlarımın, her şeyin fazlasıyla kıymetini bilen bir adamım artık. gençlikte hoyratça harcıyoruz bazı şeyleri, "yaaa madem öyle, bitti o zaman bu iş!" diyoruz, şimdi o lafı o kadar kolay etmiyorsun. "kapı açık, arkanı dön ve çık!" şarkısını, o kadar kolay söylemiyorsun. o kadar kolay ajda pekkan olamıyorsun! "bunu yarın konuşalım" demeyi öğreniyorsun. çünkü aslında sadece aşk değil, hayata ait dünyada çok az şey olduğunu anlıyorsun. bütün dünya, bir avuca sığacak kadar şeye indirgeniyor. gençken daha fani ve tali şeylerin peşinde oluyorsun. mesela laf oturtmaya bayılıyorsun, birinin ağzının payını vermek senin için bir güç göstergesi haline geliyor. bir yaştan sonra böyle şeylere tenezzül etmemeyi öğreniyorsun. yaşamı bir kendini oldurma, kamil olma süreci olarak görüyorsun. ben öyle görüyorum... hayatta insanı ilk anda çarpan güzellikler vardır, çok güzel bir kadın görürsün mesela, çarpar seni, ama kimse hayatının sonuna kadar o çarpılmayla kalamaz! ama bir adam görürsün, yavaş yavaş demlenirsin baktıkça. ilişki de işte böyledir, demlendikçe güzelleşir.



işte ben de bir şekilde yanımda sevdiklerim olmayınca hayatımın çok da anlamlı olmadığını anlamaya başladım. sevdiklerin için bir şeylerden vazgeçmek, onlarla birlikte olabileceğin kararlar vermek kendinden taviz vermek değil aslında. kendini kaptırmanın da, özveride bulunmanın da ayrı bir tadı var. gerçi sen ne kadar kendini kaptırmak istesen de karşındaki istemedikçe olmuyor ama...

Hiç yorum yok: