11 Haziran 2008 Çarşamba

ölü erkek kuşlar


"hep aşılması gereken bir eşik daha oldu önümde..güçlükle kazanılmış bir hayat benimki..bağışlanmış değil"..der ve bir el çırpması ile dağıtıverir yüreğine konan tüm kuşları kadın.

----------------

kömür tozu, nem, beton ve lodos kalıntısı o bayat kokuyla çıkıyorum dar, dik merdivenleri. arkamdan ikinci kat daire kapısı incecik, karanlık bir çizgi halinde aralanıyor. gözetleniyorum.

bir kat yukarı çıkıp elimdeki gaz bidonunu kapımın önüne bırakarak mantomun cebinden anahtarımı alıyorum. on gün öncesine kadar benim olan bir başka evin anahtarı da takılı anahtarlığımda hala. onu niye çıkarıp atmadım? işime yaramayacak artık. denedim. hiç zaman kaybetmeden kilidi değiştirmiş ayhan. kavgadan iki gün sonra sonra birkaç parça çamaşır, panik içinde çıkılıp gidilirken unutulmuş bir etek, iyi bir ayakkabı, o gecenin hiçliğine, kötülüğüne, o ayrılığa yakışmayacak bir kemer almak için uğradığımda inanamadım buna önce. kilidin hangi amaç ya da düşünceyle değiştirilmiş olduğunu düşündüm sonra. bir tür öç alma mı, yeniden karşılaşmaktan incinme çekincesi mi, cezalandırma mı? hangisi? kapı önünde bir süre ne yapacağımı bilmez durumda bekledim. dışarı çıktığımda, sokağın ortasında durarak uzun uzun denize baktım. anahtarı kilide soktuğum ana kadar o gece olanları unutmak istemiştim sanki, unutmaya çalışmıştım. ne olursa olsun geçiştirebileceğimi ummuştum. oysa kendi evimin kapısında bir yabancı oluverdiğimde durumu olanca gerçekliği ile yeniden kavradım.

o akşamüzeri dergideydim. rekla'dan ayrılalı iki ay kadar oluyordu. yeniden bir reklam ajansında çalışmak istemiyor, eskiden olduğu gibi derginin sanat sayfasına haftalık haber ve eleştiri yazıları hazırlamayı düşünüyordum. yönetim odasında iki arkadaşımla tartışıyorduk bu konuyu. bir ara arkama yaslandım ve odayı holden ayıran camlı bölmenin ardından ayhan'ı gördüm. holdeki pencerenin önünde ayakta durmuş, tedirgin bakışlarla bir caddeye bir benim bulunduğum odaya göz atıyordu. bir süredir beni izliyordu biliyordum ama bunu telefonlarla, dolaylı sorularla, yarattığı bahanelerle ve incelikli bir biçimde yapıyordu. ona dergiye gideceğimi söyleyerek daha iki saat önce çıkmıştım evden. inanmamış, peşimden gelmişti demek. ikimiz için de utanç verici bir durumdu bu.

benden yana baktığında gözlerimiz karşılaştı. bakışında öfkenin gizleyemediği derin bir çaresizlik gördüm. arkadaşlarımdan özür dileyerek mantomu askıdan aldım, hole çoktım. çok korktuğunu ve salt bu yüzden beni kaybedeceğini bilmediğini düşündüm o anda. gidelim, dedim.

konuşmak zorundayız, dedi, merdivenleri inerken. böyle sürmez, bitecekse biter. şu son iki saatte nasıl bir duygusal karmaşa yaşamış olabileceğini düşünerek sustum. iki gündür pek az konuşmuştuk, zorunlu gündelik sözcüklerle ve bu süreyi hemen tümüyle odamda geçirmiştim.

yokuşu indik. konuşmadan iskeleye yürüdük. yağmur atıştırıyordu. güverte boştu. tahta bir sırada birbirimizden uzak oturduk. elleri titreyerek bir sigara yaktı. ellerine acıdım. bir zamanlar o kadar çok sevdiğim ellerine acır olmam içimi sızlattı.

çantamdan paketimi çıkarıp bir sigara da ben yaktım. bana bakmadı, sustu. ne söyleyeceğini bilmiyordu. konuşulması gereken pek bir şey kalmamıştı. hepsini konuşmuştuk. konuşamayacağımız için konuşmadıklarımız kalmıştı yalnızca.

denize bakarak sigaramı içtim. çok yorgundum. konuşmaya başlayan hiç bir zaman ben olamam artık, diye düşündüm. çevremle bütün bağlarım kopuktu uzun zamandır. dertlerimi anlatmaya değer bulduğum tek insan kalmamıştı. kullanmaya gereksinme duyduğum tek sözcük yoktu. ne olacağımızı düşünmekten bezmiştim. kendime ait, tepe tepe kullanacağım bir mutsuzluk ve tek başıma yaşamam gereken bir yalnızlıktı tek istediğim. aslında ayhan'la birlikte olduğum ilk günlerden beri içimde barındırmıştım bunları ama öyle olduğunu ancak şimdi anlayabiliyordum. o beni 'daha iyiye' doğru geliştirmek için sürekli kollayıp kontrolü altında tutmuş, mutsuzluk ve yalnızlık hakkıma el koymuştu. kuşkusuz bunları sevgiyle yapmıştı, öyle ki, ona bu çabasında ben de yardımcı olmaya çalışmış, isteğini paylaşmıştım. aşkla, bastırmış örtüp gizlemiştim kendimi bilmeden. oyun oynamıştım belki de, onu ve kendimi bir süre kandırmış ama içimdeki o hastalıklı mutsuzluk tutkunluğunu büsbütün silip atamamıştım. tersine, giderek büyütmüş ve son zamanlarda taşıyamayacağım kadar ağırlaşmış olduğunu birden fark edivermiştim.


----------------

bir gün seninle ve sevişmeden
sevdaya baktık ikimiz
yıllarca, günler, kısa bir süre
yalnızca ona, sevdaya.

yanımda taşıdım her yolculukta bunu
taşlarla kanattım, suyunla yıkadım sonra
yeni ısırılmış bir elmaydın da suyunla
bazen de yemyeşil yaptım, gözlerin oldu kuşkusuz
en yeşil yapraklarda ova ova.

yolculuk!
günler içindeyim ben
bir günün tam ortasında.

Hiç yorum yok: